4 Kasım 2010 Perşembe

TERKEDİŞ


Şehrin terk etti beni
Yan yana yürüdüm sokağın küf kokulu fenerleriyle
Koluna girdim solgun ayışığının
Kolay değildi yakalamak şehrini
İçinde sen
Koşan şehir
İçinde koşan sen
Sende yılgın bir kalp

Şehrin içinde sen
Sende koşan ben..

UNUTULUŞ


Seferi rüzgardı beni dağıtıp dağıtıp  sana getiren
deniz yosunu kokulu avuç içlerini alıp alıp.
Avuç içi çizgimin yanından kayıp yere düşen kırılan
gözlerini aldım yerden
cebime sığdırdım.
Uzak bir diyarda düşürdüm çıkarıp çıkarıp bakarken
tekini.
Diğerini düşürdüm delik cebimden
kalmadı gözlerin.
Dağıldı,
hatıramın en uzak şehrinde dağıldı gözlerin.
Alıp götürdü yeşil sarı bir köpek
Yavrularına oyuncak oldu sarılı mendilde gözler

SUSUŞ


Kirpiğindi kirpiğime değip canımı acıtan
Tenindeki zencefil kalıntıları
Duvarın kenarında
Kenarın duvarında
Duvarın ucunda kırık alçısız çatlakta
Gözyaşını buldum tuz buz kıpkırmızı
Avuçlarımı yaktı, üşüdüm

KABUĞU KIRABİLMEK



Kabuğu kırabilmek önemli olan. O kitin yoğunluğuna ermiş kabuğu yok edebilmek. İçindeki etli kısmı ortaya dökebilmek, tenime zarar gelir mi diye düşünmeden atılmak önemli olan. Varsın gelsin ne çıkar, kırdığın kabuğunu yeniden örersin, ama ya zarar gelmezse. Kabuğa ihtiyacın olmadan yaşamayı öğrenebilmişşen artık. Bu denenmeye değmez mi? Bu riski göze alamaz mısın? Sen ki ömrün boyunca gözünü kapatıp nelere atılmadın, nelerin sonunu düşünmedin. Hiçbirinde pişmanlık duymamışken şimdi bu korku neden? Artık daha fazla risk almamak belki de. Belki de artık ruhun yoruldu. Ama şunu da düşün belki artık dinlenecek limandasın, demir alman gerekmeyecek, bir gidiş vakti olmayacak belki de.. Bavulların toplu beklemeyeceksin, her an yolculuk heyecanı yok yüreğinde. Bavulu açacaksın yavaş yavaş, yerleştireceksin içindekileri bir bir. Farkında mısın ne kadar ıvır zıvır doldurmuşsun içlerine. Öyle ki bunları yeni dolabına yerleştirmeye yer yok, gerek de yok aslında. Kullanılmayanları toplayıp başkalarına verirsin ya hani, bunları vermeyeceksin kimseye. Kimse senin eskilerinin ağırlığını taşımayacak, taşıyamacak da zaten.. Hepsini doldurup o bavuldaki saltanatından bir çöp poşetiyle bulacak denizin sonunu. 

SESSİZ ANLAŞMA


Işığı söndürsene dedi kadın. Adam söndürmemekte ısrar etti. Ona ışıkta biraz daha bakmak istiyordu. Hayatın çirkinliğine inat güzelliğini biraz daha izlemek istiyordu. Kadınsa utanıyordu. Çıplak görünmekten mi? Hayır,  yaşadıklarını kaldıramamaktan korkuyordu. Adamın gözlerine bakmaktan. Gözlerindeki pişmanlığı anlamasından. Yalanlarını anlamasından korkuyordu. Pişman olmadığını anlamasından korkuyordu. Yalanlarını sıralarken gözlerini adamın gözlerinden kaçırmaktan korkuyordu. Adam ısrar ediyordu. Kadın ısrarına hayır diyemedi.  Hayır diyememeyi öğrenememesinden gene pişman oldu. Gene pişmanlığı omzunda bir ağır yük gibi kabullendi. Nasılsa onu sevdiğini gene dile getirmeyecekti. Gene adamın duymak istediklerini söylemeyecekti. Neden içim taş gibi diye sorgulamaya başladı gene. Neden hayatı bu kadar acımasızca harcamayı seçmişti. Değerlerini nasıl böyle yitirmişti. Ama gene de bunları sorguladığına göre bazı şeyleri yitirmediğine kanaat getirdi kadın. Taş olmasına üzülmesini bile bir  ışık olarak görüyordu. En son yitirmediği bu kalmıştı. Yitirmediği işte buydu. Duygularını yitirdiğine üzülmekle aslında duygularının yerli yerinde durduğunu düşünüp avunuyordu. Adam daha sıkı sarıldı yüzündeki hüznü anlayıp. Adam kadının onu özlediğini düşündü, kadın onun kendisini sevdiğini. Kadına biraz daha sarılsa kadın hıçkırıklara boğulacaktı oysa. Adam o zaman her şeyi anlayacaktı. Kadının hiç ağlamadığını biliyordu. Kadın ağlasa adam anlayacaktı. Kadın ağlamadı. Kadının gözleri doldu. Kadın yaşadıklarına üzüldü. Herkes gibi her kadın gibi olamadığına üzüldü. Diğer kadınları mutlu eden şeylerin kendisini mutlu edememesine üzüldü.

Kadın sustu. Kadın içine ağladı. Kadın güldü. Adam da ona güldü. Sıkıca sarıldılar. Sessiz dünyalarına geri döndüler. Adam ışığı söndürdü. Kadın ağladı. Kadın adama daha sıkı sarıldı. Artık rahattı. Gecenin karanlığına gömdü duygusuzluğunu. Uyudular birbirlerinden habersiz. Gecenin sessizliğine gömdüler seslerini...

SINIRDAN KURTULUŞ



İstekleri doğrultusunda yaşamaya alışmıştı. Her dilediğinin anında olmasına alışmıştı. Böyle yetiştirilmişti, sanki hayat boyu böyle sürecekmiş gibi her şey. Her şey anında istediğinde onun olabilecekmiş gibi. Ama simdi kıskaca tutulmuştu. Elleri kelepçeliydi ve hareket edemiyordu. Dilediği şeyi yapamamanın ne demek olduğunu yaşıyordu şimdi. Ucu bucağı olmayan sınırsızlıkların içinde sınırlı kalmıştı şimdi. Güçlü bacaklara sahipti ama koşamıyordu. Bunu bildiği halde bir adım dahi atamıyordu işte. Yüreği başka diyarlarda uçup coşarken ait olmadığı birine hapsetmişti yüreğini. Adam onu sevmediğini biliyordu, ama kadının gitmesine izin vermiyordu. Sevmediğini bile bile bu sahte oyunda mutluydu adam. Bana iyi geliyorsun diyordu. Bana! Bana! Ben? Ben? Ona iyi geliyordu kadın. Adam acı verdiğini bilmiyordu belki de. Kadın için doğrusunun bu olduğunu tekrarlayıp duruyordu. Seni benden baska kimse bu kadar sevemez. Küçük bir sevgi hapishanesi. Lanet olsun sevilmek isteyen kimdi ki! Kadın sevmek istiyordu. Kadın seviliyordu ama kadın sevmiyordu. Adam ben istedim oldu, diyordu. Bencildi. Adam ben istedim oldu dünyasında mutluydu. Kendini kandırıyordu oysa. Buna sevgi diyorsa o hiç sevmemişti. Sınırlandırılmış bir beraberliğin sadece ve sadece acı verdiğini anlayamıyordu adam.

İşte sen de acıların en büyüğünü yaşayacaksın, dedi kadın. Hem de acıların en büyüğünü. Adam horlayarak uyuyordu yanı başında. Kesik kesik solumaya başlamıştı. Sabrının, beklemelerinin, geceler boyu ağlamalarının, sapık derecesinde sevilmenin acısıyla sızlanmalarının sonu gelmişti işte. Bu kıskaçtan kurtulacaktı az sonra.

Zehri vücuduna alalı iki saat olmuştu nerdeyse. Etkisini yavaş yavaş göstermeliydi artık. Az mı koymuştu yoksa, neden her şey yolunda gözüküyordu. Neden bu yolu seçtiğini sorgulamıyordu. Ona verebileceği en büyük cezayı verdiğini biliyordu.En büyük ceza. Her şey yavaş yavaş bulanıklaşıyordu. “Sana verilecek en büyük acı en büyük acı” diyordu kadın. “En büyü...”

Adam yatakta sağdan sola döndü. Kadın uyuyordu acısız. Adam gülümsedi daha sıkı sarıldı, neye uyanacağını bilmeden uykusuna devam etti. Ah, bu kadını seviyordu...

CEMAL SAFİ'NİN TEK HECE'Sİ

Tek Hece
Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğime Toroslar'dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eylerim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı icin kül eyledim Kerem'i.
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.
Hatrım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.
Yunus'umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim

Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzündeki nur benim

kimsesizim hısmımda yok hasmımda,
görünmezim cismimde yok resmimde,
dil üzmezim tek hece var ismimde,
barınağım gönül denen yer benim.


Cemal Safi, Halk şiiri özellikleriyle anlatılması, tarif edilmesi zor olan bir duyguyu –aşkı- başarıyla şiirinde işlemiştir. “İnsanın  ne türlü olursa olsun aşksız yaşayamayacağı” düşüncesi çevresinde de bu soyut varlığı anlamlandırmaya çalışmıştır.. Şair, bir gazetecinin “Cemal Bey, bir şair olarak bunun cevabını ancak siz biliyor olmalısınız; aşk nedir?” sorusu üzerine bu şiiri yazmış ve şiirde aşkı anlatmıştır. Bir röportajında da Tek Hece şirini yazmasını şöyle açıklar: “Bence şair bin kez sever, bir kez aşık olur. İşte gerçek aşk budur. Benim şiirimde de anlattığım aşk budur. Tek Hece’yi bana yazdıran bu duygulardır.” Ben de şiirinin her dizesinde bu duyguların yaşanmadan yazılamayacağı hissini gördüm.

Şirin bölümleri birbiriyle bağlantılı değil gibi görünse de şiirde bir bütünlük söz konusudur. Şair, adım adım, bizi anlatmak istediği düşünceye doğru götürmektedir. Şair, “Var mı beni içinizde tanıyan?” diye başlayarak baştan kendini ele vermemekte, okuyucuyu düşünmeye sevk ederek  hayal dünyamızı canlandırmakta ve anlatmak istediğinin aşk olduğuna bizi götürmektedir. Bu da yazarın kendine has bir meziyetidir.

İlk bölümde “ben” dilini kullanarak “aşk”ı kişileştirmiştir. Herkesin aşkı bildiğini, yaşadığını; ama buna rağmen bu duyguyu tarif etmenin imkansızlığını dile getirmiştir. Zaten ne kadar anlatılırsa anlatılsın yaşanmadan bu duygunun anlaşılamayacak kadar büyük bir sır olduğunu da vurguluyor şair.

Bundan sonraki bölümlerde geçmişten günümüze tarihi olayları ve efsaneleri ele alarak devam ettiriyor şiirini. Bülbül- gül efsanesine, aşka yenik düşen Yavuz Sultan Selim’e, aşka çare arayan Lokman Hekim’e, Aslı için kül olan Kerem hikayesine, Hz. İbrahim’in  ateşe atılışına, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin hikayelerine gönderme yaparak telmih(hatırlatma) sanatı yapıyor. Sanki aşkın gücüne inamayanlara aşkı somutlaştırarak anlatıyor. Daha sonraki bölümlerde tasavvufi bir anlayış hakim olmaktadır şiire. Tıpkı tasavvuftaki beşeri aşktan ilahi aşka geçiş gibi, şiirini de manevi aşkla bitiriyor.

Başlıkla şiirin ilişkisi doğrudandır; ancak şiirin başlığına bakınca “nedir bu tek hece” sorusuyla başlayarak okumak ve bir örgü gibi bunu ilmek ilmek işlemesi  “dolaylama” yaptığını düşündürüyor. Şiirinin başlığını sadece “Aşk” koysaydı bu kadar ilgi çekici olmazdı herhalde. Şiirin anlatıcısı da birinci tekil şahıstır; ancak bu şahıs şair değil aşktır. Bütün şiiri aşkın kendi ağzından yazarak aşkı kişileştirmiştir. Bu anlatımla şair, aşkı konuşturarak aslında kendi hissettiklerini herkese duyurmak istemiştir. Geçmişten günümüze dek herkesin aşkın anlamını bulmaya çalıştığı, aşk yüzünden nelerle başa çıkılmak zorunda kalındığı vurgulanmaktadır. Mekan ise yoktur. Aşk her yerde ve her zamanda insanın karşısına çıkabilmektedir.

Şiirin diline baktığımızda gayet anlaşılır olduğu görülmektedir. Birkaç yabancı sözcük dışında hepsi anlamı bilinen sözcüklerdir. Kolay okunur olması şiirin anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır. Akıcı ve kolay bir anlatımı vardır. Şairin dil ve üslübundaki ustalık bu şiirde de görülmektedir. Her cümle bir dizede son bulmaktadır; yani anjambman yapmamıştır. Bu da şiiri daha akıcı kılmıştır. Dize başlarındaki ses benzerlikleri de “bülbül-bir gül/ yüreğine-yangınımı” bir müzikalite katmıştır. Şairin birçok şiirinin bestelendiğini düşünürsek bu da doğaldır. Hecenin muhteşem uyumu ve kullanılışı ile de melodi ve ritm kendiliğinden var olmuştur. 


HAYATI ISKALAMAK


Bir şeylere yetişme telaşıyla hayatı ıskalayıp geçiyoruz. Hep mükemmel olmanın, yaptığımız her işi kusursuz yapmanın peşindeyiz. Oysaki bir yandan zaman gelip geçiyor, biz farkına bile varmadan. Ve bir gün bakıyoruz ki hiç başımıza gelmeyeceğini sandığımız o an gelmiş. En sevdiğimiz, uğruna canımızı vermeye razı olduğumuz, kokusuna hiç doyamayacağımız o biricik insanı kaybetmişiz. 

Kimle ne zaman, nerede yollarımız ayrılacak bilemeyiz. Alışmaya başladığımız sıcaklığını bir ömür boyu yanımızda hissedeceğimizi sandığımız, başımıza her ne gelirse gelsin hep yanımızda olacağını düşündüğümüz o kişiye sevgimizi ne anlatabiliriz ne de yeterince ifade edebiliriz. Öyleyse, değer verdiklerimize kaybettikten sonra değil yanımızdayken sahip çıkalım. 

Yaşamımızı bu kadar karmaşıklaştırmak için neden bu kadar çaba sarfediyoruz ki! Hayatı basit yaşayalım. Varsın bazı şeyler eksik olsun.. Ne giden zaman ne de yitirilenler bir daha geri gelecek.. Daha çok sarılalım hayatımızda yer alanlara, daha çok onlara sevgimizi gösterelim. Bu bizden hiçbir şey alıp götürmez. Bilakis sevgimizi verdikçe pişmanlıklarımız azalır, mutluluklarımız katlanır.

AŞKIN İ(LK) HALİ


Bana aşkı anlatsana dedi,nedir sence aşk? Aslaa diye döküldü dilimden sözcükler. İnsan korktuğu bir şeyi, kaçtığı bir şeyi nasıl anlatır ki! Belki neden uzak durduğumu anlatabilirim, belki bana “aslaa” diye tepki göstertme nedenini anlatabilirim. Ama aşkı anlatamam. Anlayamadığım, her ne olursa olsun bir türlü kavrayamadığım bir şeyi nasıl anlatabilirim ki! İnsan aşıkken sanır ki; kimse benim gibi sevemez, kimse biz gibi olamaz. İşte, aslında aşk, “biz” olmak.. “ben” den sıyrılıp “biz” e ulaşmak..

Çoğunluğun sadece kendini düşündüğü bir zamanın içindeyiz. Hep bana, hep ben diyen insanlar.. E öyleyse, bu durumda aşkın varlığından söz edilemez ki.. Asla “biz” olmayı beceremeyen bir güruhun içindeyiz. Evet, belki de aşk var. O ilk buluşmalar, o ilk el tutuşlar, ilk öpüşler.. Dünyanın en güzel şeyi belki de, adının içindeki bir harf e bile rastlasa okuduğu bir yazıda, yüreğin küt küt atması. Dalgınlık hali, olmadık yerlerde saçmalamak... evet, aşkın ilk hali güzel. Ama zamanla bu duygunun azalması kaçınılmaz. İşte aslında aşkın bu ilk haline aşığız biz. Hiç bitmeyecek gibi yarattığı duyguya aşığız. En ufak bir aksilik olsa acabalar silsilesine kapılmaya aşığız. Ya bir gün biterse diye üstüne titremelere, telefona gelen her mesaja acaba ondan mı diye telaşlanmalarına aşığız. Ve hiç bitmeyecekmiş gibi özlemelere aşığız. Aşkın ilk halinde duyduğumuz bu duygular zamanla yerini alışkanlığa, hızlı kalp atışları bunu kanıksamaya bıraktığı anda başlar azalmaya. Tartışmalarla beraber yavaş yavaş tükenmeye bırakır kendini. 

İşte, tükenmeden biten, sonu görülmeyen, öyle en yüksek anındayken sona erdirilen aşklar hiçbir zaman unutulmaz. Zirvedeyken terk etmeli aşkı ki unutulmaz bir aşk olacağına inandığımız, hiç ama hiç unutulmasın. Aşkın i hali hep hatırlansın..

31 Ekim 2010 Pazar

Her şeyi söylemek mümkün

Evet her şeyi söylemek mümkün, düşünegelen akla gelen her şeyi ortaya dökmek mümkün. Ama susup sessizliğinle cevap vermek de. Bir bakışla anlatmaya çabaladığın şeyi ifade edebilmek de. Belki karşındaki ne dediğini anlamayacak, konuşman için cevap vermen için seni zorlayacak ama sen sessizliğinle ve karşındakinin soran bakışlarıyla onu yanıtsız bırakarak en güzel cevabı vermiş olacaksın. Hiçbir zaman anlayamamanın, ne yaptım ben acabalarının  verdiği o iç sıkıntısıyla karşındakini öylece bırakmak verilebilecek en güzel yanıttır. Bırak artık o düşünsün..

EVET HER ŞEYİ SÖYLEMEK MÜMKÜN AMA SUSARAK HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEMEK DE...